Türkiye’den tam 4200 km kuzeydeyim. Burası 78. enlem. Avrupa’nın son noktası, daha yukarıda insan yaşamı yok. 30 yıl öncesine kadar yoğun bir madencilik yapılan Norveç’in Svalbard Adası’ndan artık ‘turizm’ var. Buranın gerçek sakinleri aslında insanlar değil. Kutup ayıları ve diğer kutup canlıları… Ben de onları görmeye gittim. Tam 3 gün 3 gece nefesimi tuttum. Beyaz ülkenin sakinlerini görmeye çalıştım. Sonuç mu? Buyurun...
Serkan Ocak / serkan.ocak@hurriyet.com.tr
İlk kez iki yıl önce Mehmet Yaşin’in köşesinde okumuştum burayı. O zamandan bu yana da hep aklımdaydı. Gecesi olmayan gündüzler, bembeyaz bir coğrafya ve kutup ayıları... Önce yolculuktan bahsedelim. Norveç’in başkenti Oslo’ya yaklaşık 4 saatlik bir uçuş yaptık. Svalbard, Oslo’dan 1500 km daha kuzeyde. Buraya da iki saatten biraz fazla uçtuk. Ve büyüleyici coğrafyaya ulaştık. Neden ağustosun ortası? Bunu de hemen açıklayalım. Svalbard’da 6 ay gece 6 ayda gündüz var. İlk güneş yüzünü 8 martta, çok kısa bir süreliğine gösteriyor. 19 nisanda gökyüzüne yerleşen güneş 23 ağustosa kadar da hiç batmıyor. Bölgenin en ‘sıcak’ (5-10 derece) olduğu dönemleri de bu zamanlar. Tabi bizim için hâlâ dondurucu bir soğuk... Oslo’dan kalkan uçak normal bir airbus. Buraya günde iki sefer var. Diğer Tromsø’den.... Yani her gün Svalbard’a en fazla 500 kişi gelebiliyor.
Svalbard’a yaklaştıkça uçağın küçük penceresinden görünenler yıllardır hayalini kurduğum bir manzaraydı. Buzullar ülkesi... Her yerde beyaz bir örtü... Birbiri ardına sıralanan sivri dağlar. Daha uçaktayken gözlerim karlar üzerinde gezinen canlılar aradı. Tabi ki aradığım dünyanın en vahşi hayvanlarından biriydi, kutup ayıları... Ama nafile...
Kutup ayıları insandan çok
Uçaktan iner inmez herkesin ilk tepkisi havalimanındaki dondurulmuş kutup ayılarının önünde selfie çektirmek oldu. Uçağın indiği yerleşim yerinin adı Longyearbyen. Norveç’in bağımsız topraklarındaki bu bölgenin başkenti. Nüfus yaklaşık 2.600. Kutup ayılarının sayısı ise 3 bin vicarında. Aslında ‘küçük bir kasaba’ demek daha doğru. Havalimanından kasabanın merkezine yürüyerek bile gitmek mümkün. Ancak eşyalarımız ağır olduğundan bir araçla gitmeyi tercih ettik.
İlk dikkatimi çeken evlerin önündeki kar motorlarının çokluğuydu. Her eve en az 3-4 kar motoru düşüyordu. Kışın tek ulaşım aracı. Benim gittiğim şu dönemlerde karlar kasabanın merkezinde erimişti. Kar motorları kullanılmıyordu. Kızak çeken husky’lerin kızakları da tekerlerliydi.
Gördüğüm ilk kişinin omzunda bir tüfek vardı. Daha sonrakilerde de gördüm. Sonra sorunca anladım. Kutup ayıları her yerdeydi ve korunma amaçlı bu silahları sokağa çıkan herkes taşıyordu. Svalbard’da yaşayanların çoğunun bir kutup ayısı hikâyesi var. Kiminin kar motoruyla giderken karşısına çıkmıştı, kimi uzaktan görüp ateş etmişti. Hatta en son, havalimanı yakınlarında çadır kampı yapan İngilizlere bir ayı saldırmış. Neyse ki yaralı olarak kurtulmuşlar.
Dünyanın kurtuluşu bu kapının ardında
İlk günkü şaşkınlığımı atar atmaz kendimi dünyanın başına kötü bir şey geldiğinde bizi kurtaracak olan o ambara, ‘Svalbard Tohum Deposu’na attım. Namı diğer ‘Nuh’un Ambarı’... Kasaba yakınlarındaki bir dağın 130 metre altında, 500’er adetlik paketlerden oluşan yaklaşık 4.5 milyon tohum var. Uluslararası bir proje olan bu depoya dünyadaki neredeyse tüm ülkeler kendi tohumlarını göndermiş. 2008’den bu yana bu depoda dünyanın can simidi saklanıyor. Tohumlar 18 derecede sabit tutuluyor. Elektrik kesilse de sıcaklık sabit. Tohumlar bozulmuyor. Yine omzunda bir tüfekli Svalbardlının rehberliğinde dağa vardığımızda sadece demir bir kapı gördük. İçeri girmek tabi ki mümkün değildi.
Svalbard’in eski adı Spitsbergen. ‘Sivri Dağlar’ demek. Ada gerçekten de sivri dağlardan oluşuyor. Yerleşim yerine uygun çok az alanlar var. En büyüğünde de zaten Longyearbyen kurulmuş. İlk gece neredeyse hiç uyuyamadım. Bedenim fiziki olarak yorgundu. Ancak ruhumu tepemdeki güneşe kaptırdım. Gece saat 3.5 olmuştu. Gökyüzünde 24 saat boyunca küçük bir daire yapan güneş ışıl ışıl duruyor, ruhumu okşuyordu. Ertesi güne biraz enerjim kalsın diye otelin kalın perdelerini çektim. Suni karanlığa gömüldüm...
Bol bol Puffin çektim
Sıradaki kutup maceram ‘buzul keşfi’ydi. Son derece süratli bir zodyakla başkentin en yakınındaki buzullara gittik. Buzullara yaklaştıkça deniz donmaya başladı. Bir noktada durmak zorunda kaldık. Etraftaki buz parçalarında foklar vardı. En çok da kutup kuşu olan, çift olarak dolaşan puffinleri çektim. Ama benim aklımda, gözümde hep kıyılarda ve buz parçalarının üzerindeydi bir kutup ayısı görmek umuduyla... Ama bu sefer de olmadı.
Zodyaka binmeden önce her ne kadar yanımızda kışlık montlar, botlar olsa da, turizm acentesinin verdiği kalın tulumları, gözlükleri taktık. Yolculuk çok soğuktu. Gözlerimi ve burnumu rüzgârdan korumak için yüzüme taktığım şeffaf maskenin arasından yüzüme sızan hava burnumu neredeyse donduruyordu. Yüzümde soğuğun yarattığı donuk his, ama içimde buzulların arasında olmanın verdiği keşif heyecanı vardı.
Bekledim bekledim bir ayı göremedim...
Svalbard’daki son günümde bir gemi yolculuğu yaptım. Aslında bu tam bir kutup ayısı safarisiydi. 11 saat vaktim vardı. Ve kuzeyin efendisi kutup ayılarını görmek için büyük ve son bir fırsattı. Bu tür safarilerde genelde şansım yaver gider. “Mutlaka görürüm” diye düşündüm. Kaçkarlarda bir gazeteci grubuyla gittiğimiz boz ayı safarisinde, gruptan ayrılıp doğa fotoğrafları çekmeye çalışırken, ayı sadece benim karşıma çıkmıştı. Şanslıydım çünkü boz ayı hemen kaçmıştı. Hata bu olayı Radikal’deyken ‘Gazeteci gören boz ayı ürküp kaçtı’ diye de haberleştirmiştik. Svalbard’daki ayı kaçar mıydı, kaçmaz mıydı bilmem ama saatlerce geminin güvertesinde, elimde dürbünle ‘o an’ı bekledim. Saatler ilerledikçe bir yandan içim üşüyor, bir yandan tepedeki güneş yüzümü yakıyordu. Uzun uzun kıyıları seyrettim. Bekledim bekledim ama adada varlığı bilinen 3 bin kutup ayısından birine bile denk gelemedim. Aklımdan hep şunu geçiriyordum. Hatta aklımdan çıkardım, yerel rehbere de bunu sordum: “Neden bir yere yiyecek bırakmıyorsunuz, her gün geldiğinizde mutlaka kutup ayı görürsünüz?” Verdiği yanıt son derece etikti: “Doğal hayata müdahale etmiyoruz...”
Ezcümle, ‘Svalbard’da giden herkes kutup ayısı görecek’ diye bir garanti yok. Vahşi hayvanın ne yapacağı belli değil. Kilometrelerce yürüyebiliyor. Dev cüsseli bu iri etoburları vurmak yasak. Ancak insan hayatını tehlikeye atacak şekilde yaklaşıyorsa belli mesafede önce havaya, sonra da ayıya ateş edilebiliyor. Aksi durumda hapis cezası bile var. Çünkü bu canlıların dünyada nesli tehlike altında. 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Özellikle de iklim değişikliği nedeniyle her yıl da sayıları azalıyor.
YORUMLAR