Türkiye'ye ithal edilen 'Genetiği Değiştirilmiş Organizma'lı ürün sayısı altı: Mısır, soya, kanola, pamuk, şeker pancarı ve patates. Özellikle mısır ve soya, binlerce gıda maddesinde kullanılıyor
15 Ağustos 2010
Birkaç yıl önce kentin merkezi yerlerinde dev bir mısır balonu ya da kocaman bir canavar domates balonu önünde toplanan kalabalık, “GDO’ya hayır” diyor ve vatandaşları “bazı gıdalara karşı” uyarıyordu. Gazeteler bu renkli eylemleri sayfalarında duyururken, GDO’nun açılımını hemen her satıra yazıyordu. GDO, “genetiği değiştirilmiş organizma”nın kısaltmasıydı. Şimdi GDO, kısa haliyle de uzun haliyle de kamuoyunun diline yerleşti. Ancak bazı sorulara hâlâ net yanıt yok. İnsanlar market alışverişlerinde aldıkları ürünün son kullanma tarihine baktıktan sonra bir de GDO’lu olup olmadığını anlayabilecekmiş gibi paketin üzerindeki küçük yazıları okumaya çalışıyor. Fakat ne ürünün GDO’lu olduğunu anlıyor ne de olmadığını. Televizyon kanalları bu konudaki haberlerini gıda reyonları önündeki anonslarla uzun uzun anlatmaya çalışsa da, gazeteciler onlarca uzmandan görüş alsa da kafalar karışık. GDO içeren bir ürün yersek kanser mi oluruz? Üreme yeteneğimizi mi kaybederiz? Çocuğumuza yedirdiğimiz çikolata GDO’lu mu? Hayati sorular bunlar olmasına karşın akılda kalan, insanların birbirlerine bir çırpıda anlatabileceği pratik bilginin ortada olmaması. 30 Temmuz’da Tarım Bakanlığı’nın sitesinde bilimsel komitenin ürün sayısının arttırıldığına dair kararı yayınlanınca tartışma yeniden alevlendi.
İstanbul
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve GDO’ların
Türkiye
’ye girişini engellemek için dava açmaya hazırlanan GDO’ya Hayır Platformu’ndan Ahmet Atalık’a konuyla ilgili her şeyi sorduk.
GDO çok konuşuldu, ama kafalar hâlâ karışık.
Kısaca şöyle anlatılabilir: İnsanoğlu hücrelerden oluşuyor. Bu hücrelerimizin içerisinde genlerimiz var. Bu genler, yaşamsal şifrelerimizi taşıyor ve bir sonraki nesle bu yaşamsal şifrelerimizi aktarım görevini yerine getiriyor. Bir sonraki neslin şekli, boyu, organları, organlarının çalışmasının ne şekilde olacağını yani bizim hayatımızın oluşumundan şekillenmesine ve sonlanmasına kadar bu genler etkili. Bilim bazı canlıların bazı özelliklerine müdahale edebilmek amacıyla laboratuvarda çok ileri teknolojiler kullanarak hücrelerimizin içerisindeki bu genlere kadar müdahale edebilir duruma ulaştı. Bugün şeker hastalarının kullandıkları insilün, genetiği değiştirilmiş bakteriden elde edilen enzimle yapılıyor. Suçluların parmak izinden tespit edilme işlemi de bir biyoteknoloji olayı. GDO çok geniş bir kavram. Çok yararlı kullanım alanları da var. GDO’ya hayır derken neye hayır dediğimizin net bilinmesi gerek.
Neye hayır diyorsunuz?
Genleriyle oynanmış tohumlar ve bu tohumlardan üretilen tarımsal ürünlerin insanlar ve hayvanlar tarafından tüketilmesine ve çevre üzerine olan olumsuz etkilerine karşıyız. Neye karşı olduğumuzu bilmeyen bazı profesörler dahi ne yazık ki bilgi eksikliğinden dolayı “kahrolsun GDO’ya hayır diyenler” söylemlerinde bulunuyor. Şeker hastası için üretilen insülünü düşünerek bu tabiri kullanıyor. O tohumun tarımsal üretiminin insanlar, hayvanlar ve doğa üzerindeki etkisini bilmiyor.
GDO’ların Türkiye’ye girişinde bugüne kadar bir denetim yapıldı mı?
GDO’lar yıllarca hiçbir denetime tabi tutulmaksızın ülkemize girdi. Bu konuyla ilgili mevzuat çalışması 2005’te başladı. Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı meclise geldi. O dönemlerde ‘GDO’ya Hayır Platformu’ Türkiye’nin 16 ilinde kampanyalar düzenleyerek 100 binin üzerinde imza topladı. Meclise GDO’ların zararları ve ülkemize gerekli olmadığı yönünde belgelerle birlikte başvuru yaptı. 2006’da Biyogüvenlik Kanun Taslağı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan geri gönderildi. İlk kez 26 Ekim 2009’da GDO mevzuatı diyebileceğimiz bir yönetmelik çıktı.
Sonra GDO’lar kontrol altına alındı mı?
Enterasan bir durum oluştu. Kanun olmadan bir yönetmelik çıktı. Normalde önce kanun sonra da yönetmelikler çıkar. Yönetmelik ülkeye giren GDO’ları meşrulaştırdı. Bakanlığın bünyesinde oluşturulan Bilimsel Komite pamuk, kolza (yağ üretimi ve yem bitkisinde kullanılıyor), soya, şeker pancarı, mısır, patates başta olmak üzere genetiği değiştirilmiş maya ve bakteri biyokütlesini de eklediğimizde 32 çeşit GDO’nun ülkeye girişine izin veriyor.
Bilimsel komite neler yapıyor?
Komite, üniversiteler ve TÜBİTAK bünyesindeki akademisyenlerden oluşuyor. Ancak 32 GDO çeşidinin ülkeye girişindeki bilimsel komitenin kararlarına baktığımızda sadece ‘dilek ve temenni’den oluşan kararlar görüyoruz. Örneğin, “...ürünü insan ve hayvan tükettiği zaman herhangi bir zararı olmayacağını düşünüyoruz, zarar vermesi beklenmemektedir” gibi. Bunlar bilimsel kararlar değil. Bilimsel Komite, Avrupa Gıda Güvenliği otoritesinin izin verdiği ürünlere izin veriyor. Bu noktada bizim Bilimsel Komitemize değil, Avrupa Gıda Güvenliği otorisetisinin nasıl işlediğine bakmak gerekir.
Avrupa’da durum nedir?
Bu ürünler 1996’da dünyada yayılmaya başladı.
ABD
üniversiteleri 1998’den itibaren araştırmalar yaptı. GDO’ların tarım ilacı kullanımını düşürüp düşürmediği, verimi arttırıp arttırmadığı konusunda denemeler yapıldı. Görüldü ki, GDO’lu ürünlerin normal tohuma göre verimi daha düşük. Tarım ilacı kullanımını da arttıyor. Sınırlı sayıdaki denemelerde hayvanlarda tahribat yarattığı anlaşıldı. Olumsuz sonuçlar dillendirilince bu kez biyoteknoloji şirketleri ‘GDO’nun istikbali kararmaya başlıyor’ düşüncesiyle bu ürünlerin teknolojik ürün olduğunu belirterek patent aldı. Bundan sonra ürünler lisans anlaşmasına göre satılmaya başlandı.
Lisans anlaşması ne demek?
Tohumun bir kez kullanılması, tohumdan yeni tohum elde edilmemesi gibi maddelerin yer aldığı bir anlaşma. Ancak GDO’larla ilgili olumsuzluklar ortaya çıkınca lisans anlaşmaları da değişti. Şirketler, “Benim tohumlarımı bağımsız çalışmalarda kullanamazsın, benimle çalışabilirsin, sonuçları beğenmezsen hiçbir yerde yayımlayamazsın” gibi anlaşmalar öngördü. Tarım Bakanlığı 1998 - 2000’de Çukurova ve Nazilli’deki dünyanın en büyük biyoteknoloji şirketi ile GDO denemeleri yaptı. Yıl 2010, sonuçları hâlâ yok. Neden? Sonuçlar beğenilmezse yayımlanamıyor.
Hayvanlarda yapılan deneylerde ne gibi sonuçlar alındı?
GDO’lu gıdalarla beslenen farelerde karaciğerlerinde küçülme, böbrek tahribatı, prostat iltihabı, kalp kası hasarı, kan yapısında bozulma, organlarda hasarlar, bağışıklık sistemlerinin çökmesi, sinir sistemlerinin tahrip olması gibi ciddi sağlık sorunları görüldü. Gıda Güvenliği otoritesi bu araştırmalarla ilgili “laboratuvar hatası, bilimsel olarak gözardı edilebilir” gibi insanı hayrete düşürecek kararlar verdi.
GDO’nun insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştırmak için 13 ülkeden 65 bilim insanının
AB
fonlarıyla yaptığı bir araştırma var. GDO’lu ürünlerin en az diğerleri kadar insan sağlığı için güvenilir’ olduğuna dair bir sonuç çıktı. Bu araştırma için ne diyorsunuz?
Ben de başka bir araştırma söyleyeyim. 2009’da Avusturya Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı’nın ortak projesiyle Viyana Üniversitesi’nin yaptığı bağımsız çalışmada farelerin üreme yeteneklerinin üç nesil sonra yok olduğu ortaya çıktı. Bu bilim adamları neden Viyana Üniversitesi’nin bu çalışmasını örnek almıyor? 65 bağımsız bilim insanının yaptığı söylenen araştırmadaki bilim insanları kesinlikle bağımsız değiller. Kendi yaptıkları araştırmalar bile şirketlerin yaptığı çalışmalardır. Bu araştırmalarda ince zekâlar kullanılarak kalem oynatılıyor. GDO’ların insanlar üzerindeki etkileri bilinmiyor.
Türkiye’de hangi ürünlerde GDO var, hangilerinde yok?
Son mevzuata göre, GDO oranı binde 9’un üzerinde olan ürünlerin etiketlerinde ‘GDO’lu’ yazmak zorunda. GDO’lu ürünü tüketmek istemeyen bir kişi, eğer ürünün içindeki GDO miktarı binde 9’un altında ise kesinlikle o üründe GDO olup olmadığını bilmeyecek. Ayrıca Türkiye’de bu etiket konusunda da sıkıntı var. GDO’lu diye bir etiket görmedim. Binde 9 meselesi de çok tartışmalı. Avrupa Birliği, GDO’ların girişine en minimum düzeyde izin vermek için birkaç rakam tartıştı. Bu rakamlardan en küçüğü olan binde 9 oranına karar verildi. Bilimsel bir veriye dayandırılarak bulunmuş bir rakam da değil. Binde 9’un üzerinde veya altında olursa ne olur bilinmiyor.
GDO içeren bir gıda yersek ne olur?
İnsanlar üzerinde yapılmış bir araştırma yok. En iyisi bunları hiç tüketmemek. Şu anda 32 GDO içeren ürün yasal olarak ülkeye giriyor. Bir süre sonra yüzlercesi girecek. Etrafımızda GDO’suz hiçbir şey kalmayacak. Tüketicinin kendini koruması, GDO’nun sınırdan girmesinden sonra mümkün değil. Türkiye kobay haline getirildi. İnsanlar üzerindeki etkileri de henüz bilinmediğinden “GDO yersek ne olacak” bilmiyoruz.
GDO’lu hangi ürünler Türkiye’ye geliyor? Bunları yemezsek GDO’dan kurtulmuş olur muyuz?
Dışarıdan getirilen GDO’lu ürün altı tane: Mısır, soya, kanola, pamuk, şeker pancarı ve patates. Özellikle mısır ve soya, binlerce gıda maddesinde kullanılıyor. Kanola ve pamuk yem bitkisi ve yağ üretiminde kullanılıyor. Türkiye’nin yılda 1.5-2 milyon ton soya ihtiyacı var. Türkiye’nin soya üretimi 35 bin ton. Yani Türkiye’de gördüğünüz hemen her soya risk içeriyor. Mısır da öyle. Mısır ihtiyacı da 5 milyon tonun üzerinde. Üretim 4 milyon 250 bin ton, her yıl 1-1,5 milyon ton mısır ithal ediliyor. Soya bebek mamasından çikolotaya kadar kullanılıyor. Bu gıdaların içinde soya lesitin’i (vücut hücreleri için gerekli bir madde) var. Tüm piyasadaki şekerli kekler, tatlılar, kolalı içecekler, hazır çorbalar binlerce ürünün içinde kullanılıyor. Şekerli cikletlerde bile olabilir. Hiç tahmin edilemeyecek ürünlerin içinde kullanılıyor. Mısır ve soya yemezsek bundan kaçarım düşüncesi yanlış.
Denetimler yeterince yapılıyor mu?
Türkiye’de gıda üreten 40 bin işletme var. Satış ve dağıtım noktaları ile birlikte sayı 500 bine çıkıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı dört-beş bin kontrol ve denetim elemanıyla bunları denetlemeye çalışıyor. 13 Haziran 2010’da çıkan Gıda Yasası ile gıda üreten iş yerlerinde gıda mühendisi bulundurma zorunluluğu kaldırıldı. Gıda güvenliği daha da riske atılmış oldu. Şu anda beş tane laboratuarımız var. Üç tanesi bir ürünün içindeki genin ne olduğunu tespit ediyor. İki tanesi de GDO varolup olmadığını tespit ediyor. İçinde genin ne olduğunun tespiti için şirketin geni bulabilme yöntemini vermesi gerekir. Yoksa yüzlerce yöntem denemek gerekiyor.
Türkiye’de GDO’dan kurtuluşun formülü nedir?
Türkiye’ye giren GDO’lu ürünler, Türkiye topraklarında yetişebilir. Tarım politikası nedeniyle kendimize yetemiyoruz. Hükümetin yapması gereken, doğru tarım politikasıyla ürünlerin Türkiye’de yetiştirilmesini sağlamak ve dışarıdan alımına ihtiyaç duymamak. Çok sayıda meslek örgütü ve sivil inisiyatifin biraraya gelmesiyle kurulan GDO’ya Hayır Platformu, GDO’ların tamamen Türkiye’ye girişini engellemek için dava açmaya hazırlanıyor.
Avrupa yasaklıyor ama...
Siz ne yapıyorsunuz GDO’lu ürünleri almamak için?
Mevzuata göre ürünlerde yazması gerekiyor ancak yazanı ben görmedim. Kaçmam mümkün değil. Bir ürün alırken önce özellikle ne şekeri kullanıldığına bakıyorum. Mısırdan üretilen şekerlerde ‘fruktoz’ yazıyor. GDO’lu olma ihtimali var. Pancardan üretilen şekerse ‘sakaroz’ yazıyor. Ancak artık şeker pancarı da Türkiye’ye GDO’lu girdiği için bunun da güvenilirliği yok. Yani kurtuluş yok.
Yurt dışında GDO tüketmeme şansı var mı?
Avrupa Birliği içerisinde Yunanistan, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Almanya GDO tarımını çevreye etkisinden dolayı yasakladı. Gıda olarak tüketimindeyse binde 9’luk orana izin veriliyor ancak ağırlıklı olarak hayvan yemi ithal ediliyor. AB halkı GDO’lar konusunda oldukça hassas. Nüfusunun yüzde 72’si sofrasına GDO sokmuyor. Dolayısıyla AB’ye üretim yapan şirketler, GDO kullanmamayı tercih ediyor. Avrupa’da hem ürünlerin binde 9’u oranının üzerindeki ürünler ‘GDO’lu’ diye hem de GDO konulmamış ürünler ‘GDO’suz’ diye etiketleniyor. Yani Avrupa’da, “hiç GDO yemek istemiyorum” dediğinizde yememe şansınız var. Bizim ülkemizde böyle bir şansınız yok.
GDO kullanılması dünya için elzem mi?
GDO’lar dünyada açlığın giderilmesi ve tarım ilacının kullanılması oranının düşürülmesi gibi güzel söylemlerle yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Ancak dünyada Türkiye gibi 10 ülkeyi besleyecek buğday stoğu var. 720 milyonu doyuracak buğday şu anda mevcut. 2009’da açıklanan aç insan sayısı 1 milyar. Aynı şekilde Türkiye gibi 165 ülkeyi besleyecek pirinç stoğu var. Bu da 11 milyar insan yapar. Dünya nüfusu 7 milyarın altında. Dünya depolarında bekleyen tarım ürünleri aç insanları fazlasıyla doyuracak miktarda. Dünyadaki açlığın nedeni tarımsal üretimin yetersizliği değil, üretilenin adil dağıtılamaması sorunu. Dünyadaki hububat ticareti üç-dört ABD şirketinin elinde, GDO üretimi de dört-beş şirketin elinde. Bunlardan sadece ABD’li Monsanto GDO piyasasının yüzde 95’ine hakim.
YORUMLAR