KAMER Başkanı Akkoç: Önce bu şiddet dili bozulmalı. Önyargıları bir tarafa bırakıp kalbimizden gelen sesi dinlememiz gerekiyor. Ezber bozan dil, İçişleri Bakanı Atalay'ın diliydi. Başbakan Erdoğan'ın da dili bir süre bu şekildeydi
22 Eylül 2009
(KAMER Başkanı Nebahat Akkoç’un konuşmasını dün kaldığmız yerden yayımlamaya devam ediyoruz):
“İktidar onların elinde, onlar bu şekilde bir siyaset yapıyor. Ne yapacağız? Süreç çok uzun sürecek, herkesin çok çaba harcaması gerekecek. ‘Nasıl bir dilimiz olmalı?’ Önce bu şiddet dili bozulmalı. Bu siyasetet yapma biçimini reddetmemiz gerektiğini düşündük. Tartışıyoruz, bulmaya çalışıyoruz. Nasıl aldılar elimizden, nasıl bizi dışladılar? ‘Onlara benzemedikçe, dilini kullanmadıkça, onların siyaset alanından nasıl yerimiz olmadığını’ konuşuyoruz. Barışın dili yürekten gelen dildir. Tüm önyargıları, birtakım algıları bir tarafa bırakıp kalbimizden gelen sesi dinlememiz gerekiyor. Bu barış dilini doğuracak.
Yargılamayan, anlatmaktan, anlamaktan yana olan, empati kurabileceğimiz bir dil geliştirmek gerekiyor. Ezber bozan dil, İçişleri Bakanı Atalay’ın diliydi. Bu dil hassasiyetle seçilmiş, dengesi kurulmuş, karşısındakini incitmemeye planlanmış bir dildi. Tüm görüşmelerinde bu dili kullanıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bir süre dili bu şekildeydi. Fakat bu dili içselleştirmek zaman alıyor. Bir saldırı geliyor ve sonra yine o dili siyaset yapma biçimine döndürebiliyorsunuz. Bu dili içselleştirmek için çaba harcamak gerekiyor.
Televizyonlardan takip ediyoruz. Hiç kimseye bu dili için kızmıyor ve küsmüyoruz. Ama bu dilin bizi nasıl incittiğini, anlatmaya çalışacağız. Bir planımız bu. Bir kadın sunucu şunu şöylüyor: “Bunlar ne istiyor?” Başka bir programda da biri telefonla bağlanıp şunu söylüyor: ‘Orada evrim sürecini tamamlamamış insanlar yaşıyor.” Bunun gibi çok örnek var. Bu insanlara ‘Sizin açılımdan yana olduğunuzu, barış ve Türkiye’nin demekratikleşmesinden yana olduğunuza inandığımız için, dilinizi buna hizmet etmediğini söylemek istiyoruz’ demek istiyoruz. Bu dönemin en etkili çalışmalarından biri olacak. Ve ezberleri bozmanın yöntemlerinden biri olacağını düşünüyorum.
‘DTP’ye söylecek lafımız var’
Bunu DTP için de söylüyoruz. ‘DTP, sen siyasi bir partisin, ciddi bir halk iradesiyle Meclis’e girdin. Muhatap gerekir gerekmez meselesini başka bir yerden tartışıyoruz. Türkiye bir demokratikleşme sürecine girme noktasındadır. Bunun için herkesle müzakere edilmesi gerekiyor elbette. İlla bir muhatap mı gerekiyor? Bu da tartışılır. Ancak bunun muhatabı DTP olmalıdır’ diyoruz. Ama DTP diyor ki, ‘Muhatap Öcalan’dır.’ Bunun sebebini bulmak gerekiyor. Acaba özgüveni mi yok bu süreci götüreceğine dair? Kendine mi güvenmiyor? DTP çözüm sürecine fikirlerini katabilir. Fikirlerini kiminle paylaştığı konusunda kimse ilgilenmez. Bir korkumuz var! Bu ısrar nedeniyle bu süreç bir kırılma noktasına gelebilir. Dolayısıyla bu süreçle uğraşırken, biz kadınların DTP’ye de söylecek bir sözü olacak.
Kadınlar Hakkâri’de inanılmaz bir şiddet yaşıyor. Hakkari’de ciddi bir aşiretlenme var. Aşiretlerin kendi arasında hiyararşisi var. Gücünü nerden alıyor tam anlamadık. Toprak yok, zengin aşiretler mi var? İnsan sayısına mı bakılıyor bilmiyorum. Bazı aşiretlerin sözleri emir gibi. Bir kadının aşireti şiddet nedeniyle şikayet etmesi, o kadının tüm aidiyetlerini kaybetmesi ve yalnız kalması anlamına gelir. Biz direkt gidip bölgede çalışmıyoruz. Evrensel düşünüp yerel çalışma düşüncesi önemli bizim için. Hakkârili kadınları çalıştırdığımız için kadınlar bize geliyor ve şiddeti anlatıyor. Ama onları şidet nedeniyle, yaşadıkları şiddetin boyutu ne olursa olsun, onları başka bir ile, sığınma evine yönlendirmek çok zor. Ölüm tehlikesi yoksa bunu yapımyorlar. Çünkü bu gidişin geri dönüşü olmayacak ya da bir faturası olacak. Belki takip edecekler vuracaklar, belki kadın bir gün çoluğuna çocuğuna dönmek isteyecek; bu çok zor. Bizim öğrendiğimiz yöntemlerle zaman zaman kadınlar şiddeti paylaşıyorlar, sonuçlar almış kadınlarla birlikte toplantılar yapıp, bir miktar bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Durum budur. Zaten istese bile, kadın Türkçe öğrense bile şiddetin yaratmış olduğu utanç ve yalnızlık duygusu nedeniyle paylaşamazlar.
“Analar ağlamasın’ samimi değil”
Dolayısıyla bu dönem ‘analar ağlamasın’ sloganı da çok tartışılıyor. Kadın ayrı, anne ayrı mı? Ezber bozmaya çalışıyoruz. Çünkü biz kadınlar bin tane sebep için ağlıyoruz. Kocalarımız ve çocuklarımız için de ağlıyoruz. Çocuklarını kaybetmiş olmak, inanılmaz bir ızdırap veriyor. Kadınlar kendi yaşadıkları şiddeti dile getirmiyorlar. Bu süreci ‘Analar ağlamasın’ gibi romantik bir sürecin arkasına sığdırmayın. Kadın olarak ağlamak için çok nedenimiz var. Namus cinayetlerine kurban giden kadınlar var. Şiddet nedeniyle organ kaybeden kadınlar var. Dolayısıyla orada bir samimiyet olmadığın düşünüyorum.
‘Dil bölmez, yakınlaştırır’
‘Dil’, niyet kötüyse, önyargı varsa böler. Niyet kötü değilse, mesele kucaklaşmaksa, ‘dil’ yakınlaştırır. Farklı bir dil biliyor olmak bölmez, yakınlaştırır. Kadınlardan ne kadarı dil nedeniyle bu ülkede bir yurttaş olma bilincini alamadı? Son bir yılda 522 ağır şiddet vakası geldi bize. Bunlardan 248’i tek kelime Türkçe bilmiyordu 184’ü de Türkçe bildiğini söylemiş ama kendini ifade edebilmesi için Kürtçe konuşmak zorunda kalmış. 40’ı sadece Zazaca, yedisi de sadece Arapça konuşmasını biliyormuş. Kırsala doğru gittiğimiz için oran değişti. KAMER eskiden sadece illerde vardı, şimdi ilçelerde ve beldelerde de var. ‘Hiçbir şekilde Türkçe bilmeyen’ oranları yüzde 50’ye çıktı. Kuma evliliğinin oranı tüm bölgeye bakıldığında yüzde 14 civarıda.
‘Rojin’e TRT Şeş’i dar ettiler’
Haydi okula gibi kampanyayar kız çocuklarının okula gitme oranını yükseltti. Bizim çalışmalar da yükseltti. Ancak en önemli sebep çocuklara çıkarılan maddi yardım. 20 TL önemli bir para. Okula gönderilmeye başladılar. Fakat belli bir yaş grubunun üzerindeki kadın hiçbir şekilde Türkçe bilmiyor. Dünyayla tek bağlantısı üzerine üç dört kuma getiren kocası veya 13-14 yaşında kendisini kocaya veren babası. Kürtçe televizyon çok önemli. Rojin’le şöyle bir pojemiz vardı, Kadınların insan haklarını Kürtçe anlatacaktık. Yurttaş olmak nedir? Bundan başlayacaktık. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) değişen hükümlerini kürtçe anlatacaktık. Rojin’le başlayacaktı bu plan. Rojin’e TRT Şeş’i dar ettiler. Biz kanala iki defa konuk gönderdik. Konukları bile Rojin içeriye girince öğreniyor.
İsmet Berkan: Tam da kadınlara medeni haklarını anlattığı için başı belaya girdi. Her şey bir yere kadar.
Nebahat Akkoç: Bunu hükümete ilettik, ilgili bakanlıklar görüştük, böyle bir televizyon programının işe yaramayacağını söyledik. Hükümetin eli de rahat değil. Her zaman bazı bürokratlar yapılanları boşa çıkarmak için uğraşıyor. Bir Başbakanlık genelgesi var ‘Şiddet ve namus cinayetleri’ hakkında. Daha henüz yaptırımı, bütçesi yok. Genelgenin çıktığı gün bizim için bayramdı. Elimizde dolaşıyoruz. Bu genelgeyi boşa çıkarmak için neler yapılıyor. Bazı bürokratlar o genelgenin hayata geçmemesi için atanmışlar gibi. Bir sürü mülki amire bu genelgeyle gittiğimizde, ‘hiç haberim yoktu’ dendiğine çok tanık oldum.
Ne yapmalıyız? Buluşmalıyız. Hayatımın tamamı bir araçta köy köy gezerek geçiyor. Daha şu yaşıma kadar hiç bir Kürt kadınının ‘Biz bu ülkeden ayrılmalıyız’ dediğini duymadım. Bu mahsus abartılmış, kışkırtılmış ve bu süreci baltalamaya yarayan bu süreçten belki çıkarları olan insanların korkusudur. Böyle bir şey yok. Herkes artık bir demokratikleşme sürecine girilsin istiyor. Biz her yerde toplantılar yapıyoruz. Ben çok anne tanırım ki, ölen kim olursa olsun ağlıyor. En az 100 kadın tanıyorum ki bir oğlu askerde ölmüş, diğeri dağda ölmüş. Konuşabilmek gerekiyor. Olduğumuz gibi en yalın halimizle, yüreğimizden geldiği gibi konuşarak meseleyi halletmeliyiz. En kritik yerlerde toplantılar yapalım. Mesela Şırmak, Van, Muş. Hiç gidilmemiş yerlere gidelim.
Soru: Aşiretler bu konuda bizleri destekleri mi?
Nebahat Akkoç: Sanmıyorum. İşin tabiatına aykırı. Aşiretler kapalı bir yaşam şeklini savunurlar, Bizse toplumsallığın açıklığını savunuyoruz. Umut kadınlarda. KAMER’ler var. Ve her yerde çalışıyoruz. Özellikle yerli kadınlar olmasına özen gösteriyoruz. Oradaki toplantılardan sonra buradaki toplantılarda, taksi şoforünden tutun konuştuğum çoğu insanlarla aynı yerde olmadığımızı biliyorum.
‘Belinde değil dilinde silah var’
Mesela Kürtler ayrılmak istiyor korkusu var. Bu dilin ayrıştıracağı konusunda önyargılar var. Şiddet sadece orada yaşanmıyor. Herke kendisi dışındaki bir sorundan bahsediyor. Türkiye’de ciddi bir silahlanma sorunu var. Herkes kendi silahınını dışındaki silahların bırakılmasını istiyor. Sanki en zor mesele dağdakinin silahını bırakması gibi algılanıyor. Belinde silahı olmayanın dilinde silahı var.
İsmet Berkan: Türkiye’de siyaset diye algıladığımız şeyin kendisi bir çatışma kültürü zaten. Karşı taraf tanımladık kendi kendimize. Karşı tarafın yapmak istediğini yaptırtmamaya çalışıyoruz. Yarın öbür gün biz bunu yapabilir konumda olduğumuzda, bunu yapmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. İlkeler üzerinden değil de, karşı tarafın yapmak istediğini yaptırtmamak gibi siyaset için bir tanım var maalesef. Bu değişir mi, bilmiyorum. Fakat bir başka şey daha var. Her şey siyaset olmuş deniliyor. Sadece herkes Hakkâri’de değil, her yerde var. Mesela, Kürtler özellikle politize bir topluluk. Diyarbakır kahvesinde sohbet ediyorsunuz, yaşlı amca şöyle diyor: ‘Bu benim şahsi görüşümdür bir de resim görüşüm var.’ Siyasetin gündelik hayatı içinde ne kadar yer tuttuğunu göstereren bir şey bu.
Kürt açılımının üzerine çok fazla anlam yüklendiği gibi bir his içindeyim. Pek çok kişi şöyle düşünüyor: ‘Türkiye’de Kürt sorunu gibi bir sorun var. Bu sorunu kaynağı devletin davranışları. Devlet davranışlarından vazgeçer ve bunları olması gereken davranışlar haline getirirse bu sorun sona erer.’ Hiç de öyle bir şey olmaz. Bir gün Ankara’da parlemento acayip bir Anayasa yapar, acayip bir yasa yapar tüm hakları tanırsa filan, gerçekte asıl o zaman sorunla karşılaşacağız. Çünkü sorunun ‘sahte olan kısmını’, sahte demekle küçümsemiyorum, Türkiye’de yasalardan kaynaklanan çok fazla insan hakları ihlali var. O sorunlar ortadan kalktığında gerçekten birden birbirimizle karşı karşıya kalacağız.
‘Sorun sonsuza kadar sürecek’
Sorunun çözümünde Ankara önemli ama esas önemli olan sivil toplum örgütlerindeki çalışan insanlar. Hep şöyle bir hissiyat var: ‘Biri, bir gün bir kağıdın altına imzaları atacak ve bu sorun birdenbire çözülecek.’ Hayır, öyle bir şey olmayacak. Bu sorun sonsuza kadar devam edecek. Çünkü bu bir ‘eşitlik’ sorunu. Eşitlik dendiği zaman asla sağlanamayan, mücadee edilmesi gereken bir mesele. Ama bunu normalleştirebiliriz. Günlük sorunlarımdan herhahgi biri haline getiribeliriz belki.
Aşiret sistemi, bugün, 20 yıl öncesine göre daha az etkili. Eskiden bir talimatla her şeyi hallediyordunuz. Bugün öyle bir şey yok. aşiret yapısı çözüldü ve daha da çözülmeye devam edecek. Aşiretlerin boşaldığı yeri kim dolduruyor. Bölgede siyaset yok, bir siyasi parti var: DTP. Derdinize çözüm arıyorsunuz, derdinize hangi yolla çözmeye çalışacaksınız. Siyaset olmadan olmaz. Sivil toplum hareketliliğinin yavaş yavaş bölgede varlığından söz edebiliyor. Bence aklımızı fikrimizi buraya yoğunlaştırmalıyız. Sivil toplum ne yapabilir? Bunun için da Anayasa beklemeye gerekebilir. Yapılacak milyon tane iş var. Daha ne yapılabilir? Buna bakmalıyız.
BİTTİ
YORUMLAR