KAGİDER'in 'Radikal Sohbetler'inde önemli tespitler dile getirildi. Hakkâri Devlet Hastanesi Psikiyatri uzmanı Dr. Dilek Yeşilbaş: Her cümleye 'biz' diyerek başlamak gerekiyor... KAMER Başkanı Akkoç: Hepimiz şiddet kültürünü benimsedik. Şiddetin diliyle barış olmaz...
21 Eylül 2009
Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği (KAGİDER) tarafından 4 Eylül’de KAGİDER Kadın Gelişim Merkezi’nde düzenlenen ‘Radikal Sohbetler’de Kürt açılımı konuşuldu. Kadın bakış açısıyla açılımın ele alındığı toplantıya Radikal gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, moderatör oarak katılarken, Hakkari Devlet Hastanesi Psikiyatri uzmanı Dr. Dilek Yeşilbaş ile Kadın Merkezi (KAMER) Başkanı Nebahat Akkoç konuşmacı olarak katıldı. Radikal Sohbetler’de çok sayıda gönüllü kadın katılımcı da yer aldı.
Toplantının açılışında konuşan İsmet Berkan şunları söyledi: “Bu dernek bir kadın kuruluşu. Kürt sorununun kadına, Kürt kadınına yansıyan boyutu sorunun kendisi kadar büyük. Konuşmaya başlamakta çok geç kaldık bu sorunu. Bugünlerde aradan 25 yıl geçtikten sonra bu sorunun ne olduğu tanımlaması yapılmaya başlandı. Çeşitli tanımlar var. Belki 10 yıldır bu sorunun tek bir kelime ile eşitlik sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede eşitlik sorunu yok dendiğinde ben hep aynı örneği kullanıyorum. Bir 21 plakalı bir de 34 plakalı araçla, İstanbul’tan Diyarbakır’a kadar giderken hangimizin başına neler geliyor. Biz bu deneyi gazete olarak da yaptık. 21 plakalı araçla seyahat eden arkadaşımızın başına gelmeyen kalmadı. Bu nedenle eşitlik sorunu yok denmesin. Genel anlamda bu bir eşitlik sorunu. Bazı vatandaşlarımızı eşit görmüyoruz. Fakat kadınlar açısından hayal bile edemiyorum. Kadınlar açısından çok daha derin bir sorun olduğunu düşünüyorum. Kürt kadının sorununu genel kürt sorunundan daha büyük olduğunu düşünüyorum. İçi dışından daha büyük bir sorun gibi geliyor bu sorun bana. Sahadan direkt iki insan var karşımızda.”
‘Bir çukurun içindesiniz, ufuk yok’
Berkan bu kısa konuşmasının ardından sözü Hakkari Devlet Hastanesi Psikiyatri uzmanı Dr. Dilek Yeşilbaş önemli tespitleri dile getirdi:
“İlk görev yerim doğuda Hakkari’de oldu. Orda ne yaşayacağımı bilmiyordum. Gitmeyeceğimi, orada yaşayamayacağımı düşünenler oldu. Alanım psikiyatriydi ve tabiki de o odanın içinde bambaşka psikolojilere tanık oldum. Birçok acıyı gözlerimle gördüm. Bir süre sonra, meslek olmaktan çıkıp, dert dinlemeye döndü mesleğim. Duyarsız kalmak mümkün değildi çünkü. Her alanda gördüğüm çaresizlik ve ‘şehir hürriyetinin’ yokluğu beni ‘ne yapabilirim?’ sorusuna yöneltti. Orada yaşanan hayat ‘normal’ değildi. Geceler boyu düşündüm ne yapılabilir diye. Nüfusun yüzde 50’si 19 yaş altı. Çok ciddi bir enerji var Hakkari’de ancak, hiçbir rol model yok, yapacak hiçbirşey yok. Hakkari’de bir çukurun içinde yaşıyorsunuz, ufuk yok... Böyle bir sıkıntının içerisinde ciddi imkansızlar yaşanıyor. Kışın heyelanlar, çığlar yaşanır, bazı yerlere ulaşmak saatler, günler alır. ‘Kendi kendimize kalırız.’ ‘Ne yapabilirim?’ sorusuna yanıt aramak için Hakkâri Valisi’yle görüşmek istedim. Çünkü, inanın bu sorun çözülmeli. Burda çok güzel insanlar var.
‘Mecburi hizmetimi çok sevdim’
Daha sonra gördüm ki asıl problem iletişimsizlikkten kaynaklanıyor: ‘Burası ve Orası’ arasında... İki tarafın da oluşturduğu önyargılar var karşı tarafa karşı. Ben de gitmesem göremezdim. Bu ‘mecburi hizmeti’mi çok sevdim zaman içerisinde. Burada çok gururlu, asıl insanlar vardı çünkü. Fakirliklerini örtmeye çalışırlar, ‘yok’ demezler asla. Örneğin evimdeki internet probleminden ötürü çağırdığım Türk Telekom’da çalışan çocuğa 10 TL bahşiş veremedim. Sosyal yaşam, aşırı derecede politize olmuş durumda, dediğim gibi ‘normal’ yaşanmıyor. Adaletli bir sistem gereği eşitlik gerekiyor burada, her cümleye ‘biz’ diyerek başlamak gerekiyor. Ancak benim en çok dikkatimi çeken Hakkâri’de yaşayan vatandaşlarda umudun tükenmesiydi.
‘Uğraşma, olmaz’ dediler...’
Tüm bu sorunlar, beni bir dernek kurmaya yönlendirdi. Yedi kişilik yönetim kurulumuz var, yedisi de kadın. Adı ‘Baran Yetenek Avcıları Derneği.’ Bizim tüzüğümüz çok geniş. Sorun nerdeyse orada yardım etmek istiyoruz. Örneğin, içlerine bomba koyulduğu için çöp kutuları kaldırılmış ve halk bu çöp konteynırlarının yokluğunu artık kanıksamış. Bu sorunu da çözmek istedik, çünkü ‘çöplerin ortada olması’ halk tarafından normal karşılanıyor. Sorunu çözdük. İletişim sorunuyla ilgili de elimizden geleni yaptık. Birçok organizasyon yaptık. ‘Hiç uğraşma olmaz’ dediler ama kısa sürede bir çok projenin altından kalktık.
‘Futbol takımı kurduk’
ÖSS’ye hazırlanan çocuklar da yardım etmek için geliyorlar. Hem evde, hem işte çalışıyorlar. Kaynakları dahi yok. Bu çocuklar üniversiteye nasıl girecek? Hakkari sondan üçüncü il ÖSS başarı sıralamasında. Ufukları yok çocukların. En büyük hayalleri ‘öğretmen olmak’ Ne mühendislik ne başka bir şey... Bunu Milli Eğitim Müdürü’ne gidip söylemek de hem bize hem vatandaşa düşüyor. Örneğin çocukların saat beşten sonra ders çalışabilme imkanı yok. Bunu da çözmeye çalıştık. Şimdi buradaki çalışmalar bireysel çalışmalardan oluşuyor. Ben, tüm yıllık izinlerimi değerlendiriyorum. Birçok sivil toplum kuruluşunun ilgilenmesi gerekiyor. 19 yaş altı nüfusla ilgili olarak sosyal faaliyetlerin başlatılması gerekiyor. Örneğin biz bir futbol takımı kurma fikri geliştirdik. Aileler çocuklarını getirdiler, büyük bir hevesle karşılandı. Bu projeyle ilgili ‘insan’ faktörü çok önemli bir yerde duruyor. Oraya bir antrenör getirmek için binlerce lira gerekiyor. Ancak herkes birlik oldu, yardımlaşmayla üstesinden geldik.
‘Kadınlarla Türkçe konuşabilmek zor’
İşin kadın boyutuna gelince; meslek alanım gereği herkesle ‘konuşmak’ zorundayım. Ama ciddi bir dil sıkıntısı var. Erkekler sosyal ortamda daha fazla yer aldığı için daha az sıkıntı çektim ancak, kadınlarla Türkçe ‘konuşabilmek’ zordu. Çocuklar ve gençler de okula gittikleri için ‘dil sorunu’ çok yaşanmıyordu. Kadın, kendini ifade edemiyor. Birçok kadın, kocası olmadan terapiye girmek istemedi. Kendisini ifade etmekten korkuyor, şikayetini kocasının anlatmasını istiyor. Bazı kadınlar da eşlerini terapide istemiyor; çünkü ondan dert yanacak. Dolayısıyla kadın, çalışma hayatında daha fazla olursa, eğitim seviyesi yükselirse bu sorun azalacaktır.
Sokaklarda bazı küme küme toplantılar oluyor erkekler arasında. Kadının ne kadar önemli olduğu bahsediliyor. Ancak, o konuşmalarda ‘kadın’ yok, evinde.
Kürt Kadını Kongresi
Kadınlarda orada ekonomik hayata kazandırabiliriz. Maddi getirisi çok fazla olmayacaktır ancak kadının sosyal hayata girişini sağlayacaktır. İran ve Irak’tan çok güzel meyve sebzeler geliyor. Bu bölgenin toprakları oldukça verimli. Burada kadınların yönlendirilebileceği bir küçük bir tarım sektörü oluşturulabilir. Belki bunlar değerlendirilir diye düşündük. Hakkâri Üniversitesi’nde Kürt Kadını Kongresi yapacağız. Bu kongrede Kürt Kadını’nın politik problemleri, ekonomik problemleri, sosyal hayatla ilgili problemleri uzun uzun konuşulacak.
Polikliniğe ilgi beklenmedik bir şekilde iyiydi. Ortalama 30 - 40 hasta alıyoruz. Şaşırdığım noktalar, hiç bir ‘şiddet’ veya ‘ensest tecavüz’ şikayetinin gelmemesiydi. Derneğimizin bir başka projesi de Kürtçe beslenme ve sağlık eğitimi vermek. Valilikten izin aldık, sakıncası olmayacağını söyledi. Derneğe ‘baş ağrısı’ şikayetiyle bile gelse birinin tüm karakter analizini yapabilmek mümkün... Hemen soruyorum; evde kaç kişi var? Kuma var mı diye? Sonrası geliyor zaten. Bir insanı çaresizliğiyle yüzleştirmek mi, yüzleştirmemek mi iyi? ”
Açılıma kadınlar nasıl bakıyor?
Yeşilbaş’ın ardından söz alan KAMER Başkanı Nebahat Akkoç şunları söyledi:
“Dilek’in yaptığı şeylerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Hakkari’de KAMER beş altı yıldır var. Çok kıymetli olduğunu biliyorum. Bu nedenle o anlatsın ben dinleyeyim istiyorum. Herkesten önce açılımı Dilek başlattı. Benden açılım sürecinde kadınların sorunları ve sorunların çözüm yöntemleriyle ilgili konuşma yapmam istendi. Bu süreci kürt kadınlarının nasıl yaşadığına dair birşeyler söyleyeceğim ama ondan önce bu açılım sürecini biz bölgedeki kadınlar nasıl değerlendiriyoruz? Bizim için çok önemliydi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın konuşmasından sonra, biz de bir dizi sürekli toplantılar halindeyiz. ‘Bunu nasıl anlamalıyız? Cevabımız ne olmalı?’ gibi.
‘Bu iyi bir süreç’
Bu süreci çok kıymetli buluyoruz. İnanılmaz heyecanlandık. Bazen bu heyecan karamsarlığa dönüşse de bunu kaybetmemeye çalışıyoruz. Her durumla ilgili fikrimiz nedir onu bulmaya çalışıyoruz. O bölgede 23 il var. Her il ve ilçelerde çalışıyoruz. Yaygın bir alanın özetini sunuyorum burada. Önce şuradan başladık, bu süreç neden başladı? Dışardan mı yönetiliyor? Bunları çok önümüze koyduk ve tartıştık ve bizi hiç ilgilendirmez diye düşündük. Bu süreç iyi bir süreç. Nereden yönetiliyorsa yönetilsin. Öyle olsa bile sonucu iyi olacak bir şeyin kim tarafından idare edildiği bizi hiç ilgilendirmiyor. ‘Demek ki bu kadar kolaysa, o zaman başlangıcı da dışardan mıydı? O zaman neden kimsenin sesi çıkmadı?’ diye düşündük ve bunu duymuyoruz artık.
‘Şiddetin diliyle barış olmaz’
Bizim yaptığımız çalışmaların, kadınların oluşturduğu dilin bu süreçte çok önem kazandığını biliyoruz. Pek çok toplantıya katıldım. Gittiğim her yerde ‘Vah vah kadınlar şiddet yaşıyor’ gibi indirgemeci bir yaklaşımla karşılaştım. Tabi ki kadınların şiddeti çok önemli ve biz bunun için çalışıyoruz. Ama kimse Türkiye’de yaşanan çatışmalı sürecin aslında nasıl bir şiddet kültürü oluşturduğunun kimse farkında değil. Aslında şiddet derken ben bunu kastediyorum. Tüm toplantılarda bunu anlatmaya çalışıyorum ki, şiddet dendiği zaman sadece kadınlara uygulanan şiddeti algılamayın. Bu süreç düzelmeye bizden başlayacak. Kadının durumu bir ülkenin durumuyla ilgili fikir veriyor gibi. Doğru ama şu anda Türkiye’de hepimizin omurgasını oluşturdu şiddet kültürü. Bu omurgayı aldıkları zaman bizden bir et yığınına dönüşüyoruz. Hangi dilde konuşacağız, nasıl konuşacağız, çocuğumuzla nasıl konuşacağız, bu zor biri durum. Ama bu açılım sürecinin en kıymetli şeyi bu olacak. Gittiğim her yerde şiddetin kadınlara yönelik bir şiddet olarak algılanmaması gerektiğini söylüyorum. Hepimiz şiddet kültürünü benimsedik. Sistem böyle işledi ve bizler sistemin içinde kaldık. Dışında kalmaya çalışanlar ‘şiddet neden bu kadar normalleşti?’ diyen kadınlar oldu. Şiddetin diliyle barış olmaz. Bu dili değiştirmek gerekir.
‘Erkek siyasetini kadınlar da yapar’
Nasıl değiştireceğiz? Çok zorlanacağız, tüm dilimizi unutacağız, kendimizi sorgulayacağız. Kendimizi masaya yatırıp ‘hangi düşüncem, kelimem, aslında şiddet dolu?’ diye gözden geçirmemiz gerekecek. Bu olmadan barış olmayacak. Bu süreç bizden başlayacak. Kendimizle barışacağız. Şiddet kültürü bize ne yaptı bunu görüp değiştirmeye çalışacağız. Ezberleri bozan yeni bir dil yakalayacağız. Şiddet kültürü bize ne yaptı? Siyaset yapmayı elimizden aldılar. Bana göre Türkiye’nin en kıymetli siyasetini Dilek yapıyor. Siyaseti sivil olmaktan çıkardılar. Tek ellerine aldılar. Şu anda Hakkari’de bir kadın sivil siyaset başlattı. Siyaset yapma biçimini değiştirdiler. Şiddet dolu ayrıştıran ve sürekli karşıdakini iten esnemeye yatkın olmayan ve bu süreçte bile işbirliğine yatkın olmayan bir siyaset yapma biçimini aldılar. Biyolojik bir varoluştan bahsetmiyorum ama bir erkek siyasetini kadınlar da yapar. Şiddet siyaseti şu anda Türkiye’de hüküm sürüyor. Bu nedenle Hakkari’de bir Dilek çok önemli. Şiddetten bizi alıkoyacak sivil davranış geliştirecek davranış biçimi budur. Bunu öğrenmemiz gerekecek.
YARIN: Dil bölmez yakınlaştırır
YORUMLAR