Serkan Ocak

Loading

Travel Blog

90'lı yılların şiddet söylemi sokakta

13 şehit, taşlanan BDP binaları, Kürt işçilere linç girişimi, Kürtçe söylediği için yuhalanan sanatçı... Aydınlara '90'lara mı dönüyoruz?' diye sorduk.

19 Temmuz 2011

İSTANBUL - Silvan’da 13 askerin şehit olmasının ardından Türkiye’nin gündemi bir anda değişti. Siyasi liderlerin son yıllarda dilinde olan ‘barış mesajları’, bu kez yerini 1990’lı yılların savaş söylemlerine bıraktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , “Artık bizden iyi niyet beklemeyin” derken, Türkiye Büyük millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, “Herkes safını belirlesin açıklaması yaptı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, “Gerekirse hepimiz şehit olmaya hazırız” dedi. 15 Temmuz akşamı İstanbul Cemil Topuzlu Sahnesi’nde Kürt şarkıcı Aynur Doğan’a yönelik protestolar ve pazar günü Türkiye çapında düzenlenen sokak protestolarında BDP il binalarını basmaya kadar varan eylemler, sokağın ağzının da siyasi liderlerden farklı olmadığını gösterdi. Bütün bunlar olurken Gazeteci yazar Ece Temelkuran’ın, Twitter hesabından anneannesi için kan aradığını belirten yazılaran gelen cevaplar tuz biber ekti. “Kanı Kürtler versin”, “Kanı Ermeniler versin” yanıtlarıyla karşılaşan Temelkuran, cevap olarak şunları yazdı: “kanı Kürtler versin, beter ol” diyenlere cvp: Batman, Diyarbakır,oralardan uçakla gelmek isteyen yüzlerce kisi oldu. Başım üstüne!” “kanı Ermeniler versin” diyenlere cevap: merak etmesinler, kan vermek isteyen Yahudi ve Ermeni can’lar vardı, onlar da var olsun. Bütün bu gelişmelerse akla “Türkiye 90’lı yıllara mı dönüyor?” sorusunu getirdi. Ancak Radikal’in ulaştığı aydınlar, saldırının ’barışa’ yapıldığı konusuda hemfikir olmakla birlikte, 90’lı yıllara dönülmediği görüşünü savundular. Aydınların ortak çağrısı ise liderlere yönelik “sağduyulu davranmaya davet” oldu.

Öte yandan 90’lı yıllarda bir dönem Tansu Çiller’in danışmanlığını yapan Yazar Mümtaz’er Türköne, Kürt yazar Muhsin Kızılkaya, Ülkücü liderlerden Musa Serdar Çelebi, Yazar Ali Bulaç, Şair Bejan Matur ve sosyalist Baskın Oran’ın söylemlerinden ortak bir dil kullanmaları da sokağın olmasa bile aydınların ortak bir noktada buluştuklarını gösterdi.


Prof. Dr. Baskın Oran/Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi: “Silvan olayı net değil, kim yaptı kesin bir şey söyleyemem. Ama niçin yaptığını söyleyebilirim. Ne zaman kürt hareketiyle bir barış ortamına girilse böyle bir olay oluyor. Barışı engellemek için yapılıyor. Büyük olasılıkla farkına varmadan bazı politikacılar barışı engellemek isteyen karanlık güçlerin koalisyon ortakları olarak gözüküyor. Tüm kanlı eylemler ‘biz asarız, keseriz’ dedirtmek için yapılıyor.”

Ali Bulaç/ Zaman Gazetesi yazarı: “Bir türlü Türkiye düzlüğe çıkamıyor. 12 Haziran’da temsil oranı yüksek iyi bir seçim yapıldı. Toplumda Anayasa beklentisi vardı. Fakat suni krizler ortaya çıktı. Boykot, yemin krizleri ortaya çıktı. Abdullah Öcalan, “Devletin yetkilileriyle görüşüyorum, bir noktaya geliyoruz” demesine rağmen bir anda şiddet ve terör eylemlerinde artış meydana geldi. Belli ki birileri Türkiye’yi karıştırmak istiyor. Burada sivil toplum kuruluşlarına, medyaya ve özellikle siyasi parti liderlerine büyük görev düşüyor. Daha birleştirici, yatıştırıcı açıklamalarda bulunmaları gerekiyor. Sorunu konuşarak, şiddete başvurmadan çözmenin yollarını aramamız lazım. Aksi halde Orta Doğu’da trajik olaylar oluyor. Bizde de aynı olayların yaşanmasını isteyenler var. Hem içeride hem de dışarıda. Herkesin sorumlu davranması gerekir. Özellikle siyasi partilerin çıkar hesapların biraz ötesine geçip, toplumsal kutuplaşmaya yol açan dilden kurtulması gerekiyor. Siyasi partiler yeterince sorumlu davranmıyor.”

Musa Serdar Çelebi/Avrupa Türk İslam Birliği Kurucu Başkanı: “Türkiye’nin en önemli sorunu kürt kökenli vatandaşların sorunları. Türkiye bu sorunu çözmek için çabalıyor. Sorunun ana kaynağı, inkan ve asimilasyon politikalarıydı. Son yıllardaki açılım politikalarıyla inkar ve asimilasyona son verildi. Bu bir gerçek. Türkiye’de en azından kürt kardeşlerimizin kimliğini kimse inkar etmiyor. Ana dilin yasaklanması konuşulmuyor bile. Kürtçe televizyon yayınlarının yapıldığı ve kürtlerin kendilerini olduğu gibi ifade ettiği bir ortamdayız. Son bir yıldır silahların konuşmaması, barış döneminin başlatılması için çaba gösteriliyor. Bunu desteklemek için de Anayasa çalışması yapılıyor. Tam böyle bir noktada biz 13 askerimizin şehit edilmesine şahit oluyoruz. Ortada çatışma yok. Pusu var. Daha önce de benzer şeyler yapıldı. 13 şehidin arkasından yangından mal kaçırır gibi BDP mensupları ‘özerklik ilan edilsin’ diyerek yangına benzin dökmek gibi bir açıklama yaptılar. Özerklik ilanı kitleleri daha da tahrik eder. Ayrışmayı ve çatışmayı körükler. Tüm bu gelinen nokta kazançtı. Bunun heba edilmemesi gerekiyor. Bunlara prim verilmemeli. Acı büyük ancak bağrımıza taş basacağız. Kalıcı barış görüşmelerinin sürmesi gerekiyor. Ülkede terör meydana getirenlerin yanına kalmamalı, cevapları verilmemeli. Ancak bunlar bizi 1990’lı yıllara götürmemeli. Şehitlerin katilleri bizim mahallede oturan kürt kardeşlerimiz değildir. Onlardan intikam aranması doğru değildir.”

Prof. Dr. Gençay Gürsoy/Türk Tabipler Birliği Başkanı: “Yine talihsiz bir dönem yaşıyoruz. Ancak kürt sorunu geçmişe oranla daha ayakları yerde, gerçekci bir aşamaya varıldığını düşünüyorum. Türkiye böyle bir sorunun varlığını toplumsal olarak kavramış durumda. Başbakan hala ‘kürt sorunu yoktur, kürt yurttaşların sorunu vardır’ gibi her yöne çekilebilecek bir ifade kullanmışsa da toplumsal algımız değişiyor. Bu sorun çözülmeden Türkiye’nin düzlüğe çıkılmayacağını geniş kitleler kavrıyor. Sorunu çözmek için cesur ve kararlı bir siyasi iradenin ortaya çıkması ve tüm bu fırtınalı rotayı atlatabilmesi gerekiyor. Ama bi siyasi irade henüz ortada yok. İktidarda da muhalefette de yok. Barış ve demokrasiden yana talepler çoğaldıkça parlementoyu bu işe zorlamak ve siyasi iradenin orada filizlenmesini sağlamak gerekiyor. Bunun içinde kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin meclise girmesi gerekiyor. Biraz iyi niyet, sağduyu meselenin çözüm yolunu açabilir. Ancak ne yazık ki Başbakan’ın ağzında ‘Bizden artık iyi niyet beklemeyin’ gibi provakatif ifadeler duyuyoruz. Buna rağmen ümitidi kaybetmiş değilim. Dünyadaki benzer örneklerde de geri gidişler, iniş çıkışlar yaşanıyor. Tüm mesele sorun uzun vadede hesaplamak, acıları içimize gömüp demokrasi ve barıştan yana yeni bir Anayasa’nın çalışmalarına başlamak gerekiyor. Kürt sorunun çözüm anahtarı burada.”

Mümtazer Türköne/ Zaman Gazetesi yazarı: “13 askerin öldürüldüğü saldırıda PKK timlerinin lideri, ‘Yüreklere öyle bir ateş salın ki...” diyor. Toplumun her kesiminden gelen kan ve şiddet kokan tepkiler bu temenninin yerine getirilmesinden ibaret. Herkesin dişini sıkıp bu saldırının amacına alet olmaması lazım. Kan kanla yıkanmaz. Bu mesele kan davası meselesi değil. Öfke ve kızgınlıkla çözülebilecek bir sorun değil. En başta siyasi parti liderlerinin ve kanaat önderlerinin toplumun, sukünetini, aklı selimini, sağduyusunu korumak ve sürdürmek konusunda katkıda bulunması lazım. Aksi takdirde 13 askerin kaybıyla terörün hedeflediği amaca hizmet etmiş oluruz.

Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun/ Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi: “Tüm dönemlede siyasal iktidarlara önemli görev düşüyor. Barışı dilinin tesis etme noktasında. Türkiye’de bir olay meydana geldiğinde siyasilerin dili çok çabuk militerleşebiliyor. Sokaktaki kişiler de bundan güç alarak eylemlerde bulunuyorlar. Özellikle bu dönemlerde ortamı yatıştıracak bir dil kullanmak gerekiyor. Başbakan bir gün önce kardeşlikten, hukuktan, barıştan ödün vermeden bu sorunu çözeceğiz gibi son derece sağlıklı bir dilde açıklama yaptı. Ancak ertesi gün bu saatten sonra kimse bizden iyi niyet beklemesin gibi şeklindeki ifade, Cemil Çiçek’in ‘Artık herkes tarafını belirlesin’ gibi adeta BDP’yi hedef göstermesi şeklindeki ifade gerginliğin artmasına, sokak hareketlerinin artmasına sebebiyet veriyor. 1990’lı yıllara dönmenin güç olduğunu düşünüyorum. Ancak böyle bir şey olursa, bunun sonuçları o dönemden çok daha ağır ve keskin olacaktır. Herkesin bunu dikkatle değerlendirmesi gerekiyor. Barışın dili bu şekilde kurulmaz.”


Muhsin Kızılkaya/ Taraf Gazetesi yazarı: "1990’lı yıllardaki söylemlere geri döndüğümüz kanatte değilim. 1990’lı yıllardaki sokak dilini kullanan ve onu daha da keskinleştiren bir medya dili vardı. Şu anda medya o dile benzer bir dil kullanmıyor. Medya daha çok itidale davet eden bir dil kullanıyor. Bu işin iyi tarafı. Keskin dili daha çok bize hissettiren, ulusalcı beyaz yakalılardır. Bunun en bariz örneği sanatçı Aynur Doğan’a yapılan eylemdir. Bunun çok çok tehlikeli ve ileri boyutlara ulaşacağını düşünmüyorum. 2007’de de Cumhuriyet mitinglerinde hükümete karşı yapılan dilin benzeri bir dildir. Marjinal bir dildir. Prim yapamaz. bu bir Türk - Kürt savaşı değildir. Şiddeti yöntem haline getirip, bunu hayatımıza egemen hale kılanlarla, şiddetin ötesinde bir barış dili kurmak isteyenler arasındaki bir savaştır. PKK’nın üst düzey yöneticilerinin önemli bir kısmı Türk’tür. Kürtçe bile bilmiyorlar. BDP’de milletvekillerinin önemli bir kısmı Türk’tür. Bunlar aynı şekilde barışın dilini savunan insanların büyük bir kısmı Kürt’tür. ölen askerlerin hepsi Türk değildir. Anneleri kürtçe ağıt yaktılar. Aynur’a Türkçe söylemeyi önerenler kürtçe ağıt yakanlara da kTürkçe ağıt yakmayı önermelidirler. Böyle saçmalık mı olur? Acının dili yoktur. Bu ortak başımıza gelmiş bir beladır. Bu belayı savuşturmanın yolu hep beraber şiddete karşı durmaktır."


Bejan Matur: "Doksanlara dönmekten söz ediliyor. Bana göre bir yol ayrımındayız. Türkiye siyaseti, Türkü ve Kürdü ile ya siyaseten olgun bir zemin oluşturacak ya da hamaset ve çiğ söylemlere teslim olacak. Kürt meselesinin toplumun her kademesinde tartışıldığı bir dönemde, Silvan’dan gelen ölüm haberi herkes için acıydı. Savaşın bitmesini istemeyenlerin varlığı ümit kırıcıydı. Yol ayrımı da burada başlıyor zaten. Eğer yaşanan kayıplar toplumdaki mevcut kutuplaşmayı derinleştirirse, duyguların ayrışması kaçınılmaz. Duyguları ayrışmış bir toplumun 90’lı yıllardan çok daha vahim bir sürece gireceğini öngörmek zor değil. Ancak Türkiye toplumu, yeni kavramlar inşa edecek bir vicdan, duyarlılık ve üst akılla bu kırılma anını, toplumsal barışın anahtarı haline getirecek kapasitesini kaybetmedi diye düşünüyorum.
Kamuoyuna yansıyan ilk tepkilerin öfke dolu olması, basında sürecin daha da kötüleşebileceğine dair ihtimalin yükselmesi olarak okunuyor. Oysa tepkilerin kitlesellikten yoksun olması, hamaset ve intikam çağrılarının, duygusal yoğunluğa rağmen destek bulmaması çıkış için ümitvar olmamıza yetebilir. Bu süreçte toplumun her kademesine yeni bir dil inşa etmek için ciddi rol düşüyor. Belki de bir çare olarak ölümün hukukuna sığınmak gerekiyor. Bu fasit daireden çıkmamızın, ölümlerin ölümleri çoğaltmasını engellememizin tek yolu, ölümün hukukunu hatırlamaktır çünkü. Bizim toplum olarak o hukuka ihtiyacımız var. Ölüm karşısında duyulması gereken saygının kimlikleri, isimleri aştığını hatırlamamız gerekiyor. Yüreğimizi burkan acı elinde silah olanın pozisyonunu güçlendirsin istemiyorsak eğer o hukukta buluşmak zorundayız. Çünkü bir toplumu asıl bölen acının yaşanma biçimleridir. Bir ülkede yas ritüelleri ayrışmış, acı ev içlerine gömülmüşse o toplumu uçurumun kıyısından almak güçleşir. Özetle yeni bir duyarlık zemininde buluşmak için yekvücut olup Kürt Türk ‘benim adıma öldürmeyin’ diyebilmek gerekiyor. Bu ülkede Kürtler ve Türkler ‘benim adıma öldürmeyin’ dediği gün, yahut ‘ölüm istemiyoruz’ diyerek omuz omuza yürüdüğü gün belki de bu fasit daireden çıkacağız. Artık bir yol ayrımındayız. Ya herkes kendi kaybını kahraman ilan edip hamasette boğulacak. Ya da hep birlikte, ‘bizi ölümle terbiye etmeyin artık’ diyip ses vereceğiz."

  • Paylaş:
alternative title

YORUMLAR